Biz iç siyasetin ayrıştırıcı gündemiyle meşgulken, Dünya tahmin ettiğimizden daha hızlı dönüyor ve dönüştürüyor.
Hak, hukuk, adalet, vatan, millet, ezan, bayrak, laiklik vb. şeylerle uzayıp giden başlıklara atıfta bulunarak Anayasa yapmakla meşgul olanların öncelikli dertleri hususu, epey su kaldırır…
Kıbrıs’ta, Suriye’de, Libya’da ve Irak’ta sürdürülen anlamlı mücadeleyi kazanabiliriz.
Dağları ve şehirleri teröristlerden temizleyip huzura kavuşturabiliriz ancak doğaya karşı olan savaşı çoktan kaybettiğimiz hususunda kaygılarım var.
Tarım, orman, enerji ve su politikaları gün gelecek yukarıda saydığımız tüm mücadelelerden önemli hale gelecek.
Ülke gündemi o kadar suni şeylerden ibaret ki “gerçek yüzünü” görmek için ayrıca bir çaba gerekiyor.
Televizyon kanalları -ki bunların büyük bir kısmı direkt veya dolaylı yoldan vergilerimizle ayakta kalmasına rağmen- saçma sapan şeylerle dolu dipsiz kuyu…
Bütün hayati konular gibi bu iklim meselesi de güme gidenler arasında.
İklim değişikliğinin, susuzluğun ve buna bağlı kuraklığın yaşam alanlarımızda ve yaşamımızda oluşturduğu/oluşturacağı tahribat yetmezmiş gibi bir de “güvenlik” sorunu var.
Daha birkaç gün önce okuduğum bir haberdeki başlık şöyleydi:
“Urfa-Suruç’ta sulama sırası yüzünden çıkan kavgada iki ölü yedi yaralı…”
Alın size yeni bir tehdit. Bir de bunun uluslararası boyutunu düşünün.
Yağacak olan yağmurun şiddetine göre hasar hesabı yaparak şehir plancılarına yardımcı olacak bilgisayar simülasyonları yapmak bu çağda çok mu zor?
Rize’deki selde yaşamını kaybeden insanları istatistiksel veri olmaktan çıkaracak bir çaba görmek istiyoruz.
Taviz vermeyen mühendislikleri ile nam salmış Almanların yaşadığı felaketin boyutuna bakınca tehlikenin boyutlarının endişe verici olduğunu söylemek mümkün.
Asıl mesele bu bir doğal afet mi yoksa kök sebebi yani kaynağında bizim olduğumuz bir felaket mi?
Her yeri istila ediyoruz…
Her yeri kirletiyoruz…
Nehirleri kurutuyoruz…
Su kaynaklarını heba ediyoruz…
Her şeyi hızla tüketiyoruz…
Akşamdan sabaha, parklara, yollara, plajlara bakın her yer çöp!
Ne ara bu kadar pis olduk?
Hani temizlik imandandı?
Zorunlu seçmeli derslerin gözden geçirilmesi için geç kalmış değiliz.
İnsanlık, doğa, israf, miras falan diye yeni programlar olsa fena olmaz.
Pandemiden kurtulsak bile onun getirdiği tüketim modelinden öleceğiz.
Her şeyi plastik poşetlerle servis ediyoruz, her şeyimiz ambalaj…
“Betonla övünen” acayip bir millet olduk.
Diktiğimiz o çok katlı binalar bu dünyada kendimize yaşarken yaptığımız mezarlardan başka bir şey değil.
Öyle eğreti programlarla fidan dikmek falan da beyhude bir çaba.
“Piknik yapmadığımız, mangal yapmadığımız yer bizim değildir” düsturu andımızın yerini alacak boyutta.
Hepimiz bir araya gelsek Uludağ’daki bir ağaç etmeyiz belki…
Ama Uludağ’ı bir kişinin dikkatsizliği yok edebiliyor.
Bir “Karatavuk” kadar bile faydamız yok doğaya. Bu arkadaş zeytini seviyor zeytin yetiştiricisi de onu çünkü o kuş midesinde erittiği zeytin çekirdeğini çıkardığında “delice” dediğimiz zeytin ağacının tohumu oluyor. Bu da zeytin ağacının devamı için önemli.
Doğa kendi içinde muhteşem bir uyum içinde. Onun dengesini bozan biziz.
Bırakacağımız miras betondan ibaret…
Yaşamsal öneme sahip her şeyi hızla tüketiyoruz.
İçecek su yiyecek ekmek olmadıktan sonra bol sıfırlı banka hesapları, değeri milyon dolarlarla ölçülen yazlıklar falan işe yaramayacak…
Size şu an ütopik gelebilir ama sıradaki virüsün “açlık” olacağını söyleyenler var.
Gelecek nesillere karşı sorumluluğumuz günden güne artıyor…